31 Mart 2011 Perşembe

önce dünyayı, sonra kendimi

her tarafa bok attım.

şimdi sıra kendimde.

i wanna make music, not love

sevmek için; sevmeyi haketmek gerek.

hakettiğini zannetmek yetmez... üzgünüm.


pes ediyorum. sevmeye. herkes aklımı bulandırıyor. herkes bir başka şey söylüyor.
aşık olmak, sevmek istiyorum. çok insancıl isteklerim var. istiyorumki, beni hatalarımla, olduğum gibi sevecek birini sevebileyim.
kavga etmek istemiyorum sevgilimle.. beni neden aramadın sorularına cevap vermek istemiyorum. güzel güzel yaşamak istiyorum sadece.

aslında ne istediğimi de bilmiyorum. sınırlar koyamam çünkü. moulin rouge deki gibi; "to love and be loved in return" bu kadar.



hepsi bi kenara. müzik yapmak istiyorum. kalanı yalan. günlerce, saatlerce çalmak istiyorum. oh be, ne güzel olmazmıydı :)

28 Mart 2011 Pazartesi

"ruha tecavüz manasızdır"

uwwww. az önce taşın kralını yedim. eski ilişkilerimdeki suçlu taraf benmişim.... bunu bende pek çok kere düşündüm... hatta düşünmekten de öte bire bir yaşadım.

karışık geldi tabi, şu suçum neymiş ordan başliym.

ben aşık olunca, yüz veririm sevdiğim kadına. eğer aşkın bir zirvesi varsa, oraya taşırım el üstünde tutarak. bundan da hiç gocunmam. şımartırım elimden geldiğince. bence budur sevmek.

bu yüzden de "suçlusun, yüz veriyorsun" dediler... doğru, bende biliyorum "seveni sikerler, sikeni severler" lafının doğruluğunu. ama ben sevginin masum birşey olması gerektiğine inanıyorum. ve çocuk işi de değil bu. zaten bu sebepten herkesin rengi hemen belli oluyor. valla kim ne derse desin; ben ne yaptığımı, ve yaptığımın doğruluğunu çok iyi bir şekilde biliyorum. sadece yaptıklarıma gereken kıymeti verecek birilerine denk gelememiş olmak benim suçum. şımartıldığında şımarmasını, yüz verildiğinge astar istememesini bilecek birine denk gelememiş olmak.

ben kimseyi aldatmadım. çok düz bir mantık belki ama; eğer ben varsam bu hayatta, benim gibi bir hatun kişi de olmak zorunda. bir iki kere elimi yaktım diye vazgeçemem kendim olmaktan. ben masumca sevmeyi biliyorum. kendi çıkarlarımı gözterek yaklaşamam sevdiğim kadına. öyle sevemem. ha tabi vur ensesine al ekmeğini bir adam hiç olmadım. gerektiğinde aşkımı kalbime gömer siktir olup giderim de. yapmışlığım da vardır.  yaptıklarım yarın bu kızı benim başıma çıkarır diye de düşünmedim hiç. öyle olmuş olsalar da.

ey güzel dostlarım. soruyorum size; benim sevdiğim aşık olduğum bir kadının mutsuz olması mümkün mü? ufak tefek şeyler belki evet. ama resmin tamamı? bende, benim yaklaştığım gibi bana yaklaşacak birini bulsam (öyle biri yok diyen çok oldu ama ben varlığına hala inanıyorum) fena mı olurdu? kusursuz birinden falan bahsetmiyorum. kusurları ile seveceğim, beni de öyle sevecek ve vazgeçmeyecek biri...

isterim işte. isteyenin bi yüzü kara.

SS kuralının gayet farkındayım. iki tarafta da oldum. genede, ben sevmek için yaratılmışım; işin diğer tarafını yatak kısmına havale ediyorum. "ruha tecavüz manasızdır".

25 Mart 2011 Cuma

"Pilav; sana 3 dakika veriyorum:

sonra dibin mi yanar, pişermisin orasına karışmam. sana tek söyleyebileceğim, 5 dakika sonra tabağımda olacaksın...."

dedi esin. ve fırına doğru yöneldi. gerçi ben pilava durduk yere fırça kaymasına bi anlam da verememiştim ya. güldüm işte çaktırmadan. illa yazmalıydım bunu. ha çok mu önemli? yoo. ama komik lan. ne diye fırçaladıki pilavı. oysa tezgah altındaki fırında patatesler pişmekteydi...

dürüstlüğü seviyorum. normalde biber ve pişmiş domates yemem. ama esinin yaptığı yemek güzeldi, şöyleki;
içinde patates, havuç, biber, ve domates vardı. bilirsiniz işte; klasiktir "fırında patates" yemeği. soğanı yağda kızartmaca, peşine salça, su ve bilimum baharat. hepsini tavaya serpiştir, sonrada fırını 200 dereceye aç ve bekle. o olur bi şekilde.

dert şu ki; aram biber ve pişmiş domatesle hiç iyi değil. ama ikinci kere yapıyor esin bu yemeği (sağol lan bu arada, sen olmasan karnımız doymiycak) ve ben ikinci kere domates le biberi yiyorum.
ama sordum kendime "neden?" diye. sonra dank etti; yemek dürüst bir yemek. çünkü öyle minik minik değil içindeki biberi domatesi. yemeğin içine saklanmaya çalışılmamış. her domates 4 çeyreklik, her biber 3 parmak uzunluğunda. yani yemekte mesaj gizli; istediğini ye, istemediği ayırabilirsin. içten içe bi ittirmece yok yani. buda biberle domatesi çekici kıldı bana. valla da yedim billa da yedim.

ayrıca kız o kadar emek harcamış, yemesem döver zaten :P



tabi yemekten önce alışverişe gittik. dönerkene (çok tatlılar yirim onları) esinle doruk merdivenlerden el ele tutuşup çıkıyorlardı. bende arkalarındaydım. çaktırmadan elimi ellerinin arasına soktum. ehehue gülüştük sonra :)

ikisinin de yeri ayrı bende tabi. esinlede doruklada ayrı ayrı hep gülüyoruz. uzun süredir de düşünüyorum. eğer bir sevgilim olursa, o da bu ortamda bizim gibi rahat edebilmeli.yani dorukta ben sevgilimle el ele tutuşurken araya aynı espirili şekilde girebilmeli. tabi bunlar zamanla olacak şeyler. öyle çat diye olmaz. olmamalı da zaten. ama bu potansiyel olmalı ilişkimin içerisinde. komik lan işte. olmalı. komikse olsun :)

bir yandan da bu senelerin getirdiği bir sıcaklık. ikisinide senelerdir tanıyorum. ikisinide birbirlerini tanıdıklarından daha iyi tanıyorum. ve yakışıyorlar birbirlerine. şanslarının kıymetini bilirler umarım.

kimse de mükemmel değil ayrıca. herkesin hataları var. her bir insan evladının farklı çekicilikleri var. bir denge söz konusu. onları inceliyorum kendi çapımda. ders çıkarmaya çalışıyorum kendi kendime. içerden hiçbirşey dıştan gözüktüğü gibi değildir. ama dıştan gözüken de çok önemli. o da bütünün bir parçası çünkü. hatta bazen olayların iç yüzünden daha da önemli.



burçakla konuştuk bu gün. ne zaman nasıl tekrar iletişime geçeceğimizi merak ediyordum. bu günmüş kısmet.
hiç konuşmadık olanlardan sonra. görünüş o ki yaşananlar tarihin gömülü sayfalarına girecek gibi. iki tarafında tekrardan tartışmaya pek niyeti yok gibi.
birşeyler bitti bitmesine ama; ney acaba o biten? ben bilmiyorum vallahi. tek bildiğim kendime yeni bir yol çizdim. onsuz... o olmadan da yaşıyabiliyorum. eh herhalde böyle olması gerekirdi.
ama genede içim buruk kaldı. bununda altını çizmek isterim.  üşendim ama şimdi. belki sonra yaparım.





en en en büyük eksilerimden birini artık sanırım yoketmiş bulunmaktayım. sevişmeyi çok severim, bu da benim yapım işte naparsın. ama bokunu çıkarmıştım. seviştiğim her kadına aşık olmak gibi bir durumum vardı. sanırım bu, sevişmeye çok derin anlamlar yüklemiş olmamla da ilgiliydi. önüne gelenle yatan bir adam değildim. çok çok seçiciydim bu konuda. çoğu erkek lise civarlarında yaşamış oluyor bu tarz şeyleri. bazıları daha da erken. bense paylaşmak istediğim birini bulana kadar bekledim hep. çünkü hep bir insanın vücudunun özel olduğunu düşündüm. kimse izin vermemeli kolayca kendisine birinin dokunmasına.

damladan sonra değiştim. sebebini bilmiyorum. sadece değiştim. bir çok kadınlarım oldu hayatımda. tatsız birlikteliklerim oldu. hani sırf "olsun işte" dediklerim. amacım hiçte öyle gençliğimi yaşayayım falan değildi. zaten yaşıyorum. sadece, yes man adlı filmdeki gibi, bir süre akışına bırakmak istedim hayatı. yorulmuştum onu şekillendirmeye çalışmaktan. olduğu gibi yaşadım.

biraz da başka bi yüzünü görmem gerekiyordu hayatın. ilginç bir şekilde, yattığım herkese aşık olmamayı öğrendim. bana ilginç geliyor. size gelmeyebilir tabi. ben biraz romantiğim, pırpır bi kalbim var. yapım böyle. o yüzden ilginçti.



tam da bu sıralar birisinden hoşlanıyorum. kendisine söyleyemedim, biraz ağırdan almak daha doğru. birşeylerin üzerine hızlıca koşup tekrar tekrar tökezlemek istemiyorum. bir yandan da kollarımın alabildiğince çok çiçekle onun yanına gidip "kadınım ol uleean" diye bağırmak istiyorum :)) girişken sayılırım, ama onu kendim kadar girişken göremedim. 60. sayfaya gelmeyi bekliyorum. çünkü o kitap gibi bir kadın. 60. sayfasına gelmeden onunla ilgili bir fikre kapılmam çok zor. haksızlık etmiş olurum.
hislerimin sadedi şu ki; geceleri yatmadan onu düşünüyorum. tatlı bir gülümseme bırakıyor üzerimde.

<3

22 Mart 2011 Salı

kibrit yanıkları Volume.2

kendimi hazır hissediyorum; eskilerimi tarihe gömmeye... bu sefer; bunu birine ithafen yapmayı gönülden istiyorum. sadece yazdığım yazılarımı yedekleyeceğim. kalan gereksiz şeyleri;  karşılaştıkça teker teker tarihe gömeceğim.

onlar sanki beni koruyor gibi....

belkide onlar en umutsuz senaryomun kaçış planı gibiler... ama kalkanlarımı kaldırarak sevmek istiyorum. maskesizce. düştüğüm zaman yastıklar olmasın istiyorum. bu bir yandan da kendime koyduğum bir engel. birine tekrar güveneceksem. ve tekrar düşersem eğer, bunun sert olacağını bilmem gerek. ve emin olmalıyım, bir insandan ne kadar emin olunabilecekse, hayatıma birini sokarken. kıymetini bilmeli, kaçacak bir yeri olmayan bir adamın.

uzaktan nasılsa, yakından da öyle bir adam olmalıyım. bunun için görebildiğim tek engel de bu. aslında ufak bir pürüz bu sadece, genede olmamalı.

sanırım, yakın bir sürede veda edeceğim geçmişime.

bu sefer geçmişime ihanet ediyormuş gibi hissetmiyorum. çünkü ben istiyorum bu sefer. yasımı tuttum. ve geriye kibrit yanıklarımı ateşe vermekten başka birşey kalmadı.

20 Mart 2011 Pazar

Guilty?

bunu okurken fon müzigi olarak
http://beemp3.com/download.php?file=1020905&song=Guilty
dinleyin :) ben yazarken onu dinliyordum.



kim ne derse desin, ne düşünürse düşünsün; ben en güzelini yaptım bu gün. ayrıca bu yapabileceklerimin en güzeliydi. çünkü koşa koşa gitmekten daha iyi ağır ilerlemek. herşeyi hemen hızlıca yaşamanın da bir manası yok. bazı şeyler zamanı geldiğinde kıymetlidir. belki riske atıyorum bu konuyu. evet doğru olabilir. ama gerçekten elimden başka birşey gelmezdi.

kendime bakıyorum, son zamanlarda olduğum adama... sanırım bu son bir senedir yaptığım en güzel davranıştı. kıymet verdiğim için aceleye getirmedim. olacaksa eğer doğal olmalı bir ilişki. altında "niyet"ler olmamalı. bende buna göre davrandım. özel bir niyet gütmeden. böyle yapmalıydım. çünkü bana bu yakışırdı.

yeni tanıştığım biri o; bu da bir sebep tabi. biraz zaman, biraz daha tanımak... aşk bir şarkı gibidir. ve güzel olması için enstrümanını tanıması gerekir sanatçıların. o ilk ateş, gitar çalmaya yeni başladığın zamanki heyecan gibidir. işin asıl zor ve güzel kısmı onu öğrendiğin zaman başlar. o yüzden birazcık daha sabır... birazcık daha vakit. çünkü güzel olmasını istiyorum. haketmek, hakedilmek istiyorum.

biliyorum. çok şey istiyorum :)

bu gün kendimi güzel hissettim. doğru olduğunu düşündüğüm yoldayım. sonu da güzel olur umarım. :) kahve falı dileğim gerçekleşir belki :))

18 Mart 2011 Cuma

çiçek çocuk

kimse bana çiçeğim dememişti. sevindim lan. çok güzel birşeymiş. ben hep derdim sevdiğim kadınlara "çiçeğim" diye. bana söylenince kalbim pırpırlandı. ne de güzelmiş çiçek olunmak. oleydi.

he kelebenk diyen bi sıpa da var. onu adamdan saymıyorum. sokakta görünce tanımıyor kendisi beni. lol

bu gün içim doldu taştı. aşık olmak istedim. karşıma biri çıksa beni aşık etse kendisine. herkes ister değilmi bunu? yani benimkisi çok bencilce bir istek değil umarım. öyleyse üzülürüm çünkü.
ne biliym, haketmece durumu var bide o sevgiyi.

yazdıklarımı, yaptıklarımı okuyorum... ben olsam kendime aşık olurmuydum diye... uzaktan bakınca böyle bi histerik görünüyorum sanki içten içe. öyle hissetmiyorum, o ayrı. ama ilk izlenim öyle gibi sanki. ne biliym, ben seviyorum böyle hemencecik isim yapıştırmaları. ciddi olmasa bile. komik oluyor. eğleniyorum. insanların yazdıklarını okuyup, onlarla ilgili yorum yapmayı seviyorum.

kalbim... ah kalbim... hemen pır pır ediyor. ufak çocuklar gibiyim. hep gülümsüyorum en ufak bi güzellik yapılsa bana.
daha doğrusu her zaman herkese karşı değil; en azından bu aralar öyle.

bir değişim bekliyor gibiyim. ha oldu ha olacak kıvamında yaşıyorum. bir kıvılcım gerek bana.  değişeceğim. değişmek istiyorum. bir çok yönden. öncelikle bi kalkıp sarsılıp kendime gelmek istiyorum. şenizin eksikliği de vuku buluyor hayatımda. boşuna dostum demiyorum adam için. adamın varlığı pozitif enerji, birşeyleri yapabilme gücü veriyor bana. :) yönlendirmece işte.
neyse; konuya dönelim. bir değişim arıyorum. belki bunu kendi içimde bulmam gerek. belki dış bir etken sayesinde... hala arıyorum. heralde bir 3 4 ay oldu. bitirme projemi kendisinden aldığım Berrin hanım öğretim haricinde eğitim de vermişti bana. duymam gereken bazı şeyleri tatlı sert bir dille bana söylemişti. onun için küçük, ama benim için büyük sözlerdi onlar. haklıydı. kendime gelmem lazım. sorumluluklarıma sahip çıkmam lazım.

hala bir kıvılcım bekliyorum oysaki bunlar için. ha yanlış anlaşılmasın, ben boş gezenin boş kalfası falan değilim. sadece derdim şu ki; yapabileceklerimin 10 da birini bile yapmıyorum. dünyaları deviririm istesem... ama kilit nokta orda zaten "İSTESEM"  çünkü istemiyorum, içimden gelmiyor...


gene teşekkür ettim blog. iyiki varsın. bunları söylemeye ihtiyacım vardı.

13 Mart 2011 Pazar

Phase 1 ended!!! bye bye "arda airlines"

bir yerden sonra kaşarlıyor insan. o zamana kadar ki bakış açısını yavaş yavaş geliştirerek oluşturuyor. ama burdaki kilit nokta çok şey yaşamış olmakta. sert koşullarda yetişen bir birey güçlü oluyor.

bu aralar birisine takıldım. kendisini çok merak ediyorum. çok espiri birisine benziyor. derin bir insan olduğunu düşünüyorum.

hayatında çok ani ve sert/zor kararlar almış birisi. sonrasında girdiği yol; aslında hepimizin girmek istediği, hatta bazen teşebbüs ettiğimiz, ama korkudan yapamadığımız bir yol.

işte bu yüzden çok merak ediyorum onu, tanışmak istiyorum. kendi şeytanları ile yüzleşmiş gibi. bende kendiminkilerle yüzleşmeye çalışıyorum. birazcık yardım alsam deneyimlerinden fena mı olurdu?



ilginç biri miyim?

dudaklarım çilek tadındaymış, öyle dediler geçen gün. çok sevindim. çünkü çileği çok severim. bi kız arkadaşım vardı, onunkilerde yengeç bacağı tadındaydı. o da çok şanslı bi kız. benim dudaklarım öyle olsaydı dayanamayıp dudaklarımı yerdim.

dün omuzlarımla oynarken elim, boynumdan köprücük kemiğine uzanan kaslarıma ilişti. şöyle bi sıktım kendilerini. hani bilirsiniz rahatlatır insanı. avcumdalarken nasıl desem; bir an hayal ettim. böyle tam kıvamına gelmişler. onları pişirip yemek istedim. çok lezzetli olurlardı heralde. hissiyat öyleydi.


blogumun başlığını değiştirmeye karar verdim. o hikayenin ilk kısmıydı. şimdi yeni bir part açmanın vakti. değiştim, yeni bir bakış açısı edinmeye başladım. ilk kısım bu başlangıç la ilgiliydi. şimdi bu değişimi yazmanın vakti.

ben değişiyorum tabi. yazılarla pek alakası yok. :) ama görmesini bilen için pek ala olabilirde.

5 Mart 2011 Cumartesi

"SHE" is love itself

kendimi hep aldatmaya meğilli buluyorum.... neden ki bu böyle?
aldatsam mı? aldatmasam mı?
biri dediki; dokunamadığın neye yarar...
bilemedim. artık eskisi gibi öyle hazır cevap değilim. oturup düşünüyorum kara kara.
bi arkadaşım da içime kurtlar şeytanlar düşürdü...

bence balık kadınları çok korkunçlar. :) çok çekiciler, çok karışıklar ve çok melankolikler. insanın kendini kaybetmesine yol açan bir yapıları var. korkuyorum onlardan. :)

üç vakvakte kadar bir test var önümde. buraya dürüstüm. hiç yalan söylemedim. ne hissettiysem onu yazıyorum. sonunda anlayacağım nasıl bir insan olduğumu. dikkat çekerim ki nasıl bir insan olduğumu "düşündüğümü" demiyorum, olduğumu anlayacağım. en azından şimdiki amacım bu. kendimi öğreniyorum.

yalan söyleyebilirmişim. bunu farkettim. ha henüz söylemedim, ama olabilir... demek ki insanlar da böyleler. her an yalan söyleyebilirler. belki "aşk" değiştirir, şekillendirir insanı. ama onun dışında bilemiyorum.

kimseyi aldatmadım bu güne kadar. bu gün aldatırmıyım? en önemli soru, geçmişte yaptıklarımız bu günümüzü belirlermi acaba?

ağır ve zor sorular bunlar. korkutucular.

burcu demişti "senin kadınların var" diye. haklı mı acaba? bir çok kadınım mı oldu hep? bilmiyorum. ha ama şu an var. çünkü böyle mutluyum. böyle ayaktayım şu an.
evet bu belki fırtınadan önceki ses siz lik gibi. belki de limanlarımın dinginliğini işaret ediyor. kendime biraz zaman tanıyacağım. koca egomu (çok da şekerdir kendisi) salıcam çayıra mevlam bayıra. hadi bakalım hayırlısı. nice yazılara...

edip dediki bugün "hayatıma ne zaman bir kadın girse, ondan önceki hayatımı özlediğim için ondan ayrılıyorum"  diyemedim ki ona "bende aynı şeyi çoğunlukla hissettim" diye. o mu daha dürüst kendine; ben mi?

mi ayrı yazılırmış... sevmiyorum onun ayrı olmasını... pis "mi" halbuki notaların hepsi güzel. ve do sesi bit rate işliyor. 2 Hertz ve katlarının hepsi do. bir yerde okumuştum. öyle sanırım :))

görüşmek dileğiyle blog

3 Mart 2011 Perşembe

AŞK

Saatlerdir Leon u izliyorum. parça parça.... sindire sindire...

şimdi bir çok şey yerine oturmuş gibi sanki... aşk... nefesim kesildi. çok çok küçükken izlemiştim ilk bu filmi. sanırım o zaman aşık olmuştum natalie portman'a bu film büyük bir iz bırakmış bende... ve hala bile aynı duyguları hissettirebiliyor. wouw.

şimdi öyle kısa saç neden sevdiğimi anladım. :) amelie'den kaynaklanmıyormuş.

hislerimi anlatamıyorum... takıldım kaldım. sevindim, mutluyum tekrar izlediğim için bu filmi. uzun süredir bu kadar duygu yoğunluğu hissetmemiştim. bir seneyi aşkın süredir... bilmiyorum bunda başka şeylerinde "pay"ı olabilir belki. ama mutluyum. ölmemişim henüz :))