6 Nisan 2011 Çarşamba

Ona besteleyemediğim, içimde sakladığım şarkılar...

belki, eğer belki sadece hayattada burada kendimi özgür bıraktığım kadar kendimi özgür bırakabilseydim. yada müzik yaparkenki kadar...

belki o zaman herşey çok daha farklı ve güzel olurdu...

düşünüyorum işte bol bol... bu aralar.

canım birşeyler yazmak istiyor. ama bulamadım anlatmak istediğim bir konu.

garip bir ruh halindeyim. birşeyler anlatmak ister, ama ne olduğunu bilemez. 

birşeyleri sindirme dönemindeyim gibi sanki. kendimi keşfetmeye çalışıyorum bir yandan. yol katettiğimi de düşünüyorum bu konuda. 

insanın kendisine objektif olarak bakabilmesi çok önemli ve zor bir şey. o yüzden sorarım insanlara "sence ben nasıl biriyim?" diye. yapıcı eleştirilere açık biriyim. kendimi başkalarının gözlerinden görmeyi seviyorum. eksilerim, artılarım daha net gözüküyor.

normalde hepimiz kendimizi olduğumuzdan daha büyük yada küçük görme hatasına sahibiz. unutuyoruz "insan" olduğumuzu. bazen kusursuzmuşuz, bazende kusurluymuşuz gibi düşünüp haksızlık yapıyoruz kendimize. hem kendimize hemde diğer insanlara.

4 Nisan 2011 Pazartesi

Zaten asla daha başka birşey yapmayacağımı bilmeliydin

Gömleğinin cebine iliştim, beni de götür o bildiğin insanlara. 
Geçen seferki gibi unutma ama,
sevdiğin kadının koynunda.

senden sonrakilere haksızlık mı? onu bilemiyorum. ama aynen öyle yapacağım. gömleğimin sol cebinde, kalbime yakın bir yerlerde. ölene dek. seni ve diğer iki kadınımı.

empati.... eheehh yaptım. ama gene yarım yamalak. bencilce bi empati yaptım. sırrı bende gizli

kimse çaresiz kalmadıkça sevdiğini kendi kendini parçalamaya bırakmaz.

[BU{R]DA}

insan olmanın güzelliği "burda" saklı zaten. yaraları deşmek değil amacım; kendilerine kızsamda eski sevgililerimi seviyorum. onlarla birlikteykende böyle karanlık taraflarının olduğunu biliyordum. çünkü insanız hepimiz. "hepimiz"

önemli olan karanlık taraflarıyla birlikte sevebileceğimiz birini bulmak. ben seviyorum insanların karanlık taraflarını da.

genellikle...

Tool - 46 & 2
hediye ettim sana

Gerçek nedir ki? gözümün önünden akan iki dirhem hayattan başka?

insanız, ve hata yapıyoruz.

haklısın yada haksızsın demiyorum. ama bu da bir ihtimal.

ee peki geriye ne kalıyor?

hiçbirşey. asla gerçeği bilemeyiz, gerçek ne gördüğümüz değil, baktığımızdan ne anlam çıkardığımız ne yazıkki.

bana bunu öğretti küçük ömrüm.

o yüzden gerçeklerine tutun. unutma kimse sana gerçekleri veremez...

ben "O" adamım

Gene alıntı...


Dün yine o rüyalardan birini gördüm. Pek inandırıcı olmadığını biliyorum. Yine bilmediğim bir evde, tanımadığım insanlarla, turuncu saçlı birileri de var. Bir anne var ve yine o adam. Evdeki odaları, kanepeyi, tuvaleti neredeyse her detayı hatırlıyorum. Daha önce hiç bulunmadığım bir yer. Bir kızın içindeyim, ben olamam. O adam o kızı çok istiyor. Ben sadece izliyorum, kızın gözlerinden, içinden izliyorum. Kız istemiyor, mantık konuşuyor, id'i susuyor, bastırıyor. Adam güvenilmez, aldatıcı gözler, kadınlardan kadın yaratmış kendine, oysa hayallerindeki kadınına benzemiyor, arıyor, ömrü boyunca arayacak çünkü bulmak istemiyor. Hayallerindeki kadını sevecek, eti kemiği olanlarla sevişecek, kullanılacak. Annesini görüyorum bu sefer rüyamda. Hep birlikte bir evdeyiz. Bir adam daha var ama orası karanlık. Sanki evdeki herkes bizden uzak duruyor, konuşup halledelim, ve belki "bir" olalım diye bekliyor. Bu rüya da bekleyişteyken bitiyor.
Bu adamı birkaç kez daha gördüm rüyalarımda, yine o kızın içindeyim ve kaçıyoruz Ondan. O kız ben değilim. Bunu biliyorum. Çünkü ben başka bir adama aşığım. Yine de bu rüyalar bitmek bilmiyor...

eşşek sıpasıyım di mi ben? evet evet..... önde koşturanıyım...

direk alıntıdır!! upps

Küçük Prens

gözlerimdeki çizgilerde sen ol istiyorum
teker teker seninle çizelim yaşlanalım istiyorum
sensiz güneş doğar, devran döner
karanlık olsun, dağlar yandı tabiat sustu istiyorum
zihnimdeki seni değil
bir defa daha yanlış olmaz
seni, bütünüyle seni istiyorum
ihtirası ve sonunda ölümü değil
doğuşu ve büyümeyi istiyorum.
seninle bilemediğim beni istiyorum.

Karnabahar sevdim ben, seneler önce...

http://www.vimeo.com/14644885

benim birkaç tane kadınım oldu... yalanım yok, bir tane değildi. senaristin ne düşündüğünü bilmem tabi; ama bu kısa film hayatımın 3 hikayesinden birini anlatıyor. izleyin :)

o çocuk benim, o ananas ta aşık olduğum kadın. işte o kadar çok sevmiştim onu. ve gene aynı şekilde de parçalanmasına ben sebep oldum. ne biliym, çocuktum işte... kendi aklımca birşeyleri anlatmaya, birşeyleri düzeltmeye çalışıyordum. ne olursa olsun birbirimize döneceğimize öyle içten inanıyordum ki, onu balkonun demirlerine bırakırken düşebileceğini tahmin etmemiştim...
gözlerim dolu dolu oldu izlerken.

bazı garip gerçekler:
o kıza hala aşığım. diğer ikisine aşık olduğum gibi. hüzün dolu bir şekilde.
sevdiğim kadınlara, meyva ve sebze isimleri takmak çok hoşuma gidiyor :)
şu an onunla görüşmek istedim nedense... bilmem, onun hayatına girmeye hakkım var mı? olduğunu zannetmiyorum. ama birlikte geçirdiğimiz senelerin üzerine, laflamak isterdim. havadan sudan bile olsa. iki güzel söz duysam ondan bir diğerinin bende bıraktığı can acısı ne kadar da hafiflerdi.
kendimi düşünüyorum sanırım hala... başkalarından öte...
aşk... hayatımda aşk yok...
hayatımı birlikte geçireceğim kadını bulamadım...
bunu düşününce; yani bu durumumu ve o kızı... belki bir kaç küçük ayrıntı farklı olsaydı ikimizde, o kadın olabilirdi hayatımın kadını.

özlemişim onu...


ARTIK NE HİSSETTİĞİMİ BİLE BİLMİYORUM!!!!!!!!!!!!

sesler gene çok yükseldi... klavyemin tıkırtısı üstümde patlayan el bombaları gibi... ve ben genede yazıyorum...
neden böyle oluyor, hiç anlamıyorum.

3 Nisan 2011 Pazar

OMFG!!! you need to pay your bills!!!

bu gün gözlerimden dökülen damla damla yaşların hesabını kim verecek?

sen bi tane kibrit çakıyorsun. ve ben o ateşle dünyaları yakıyorum. çocuk gibi kibritle oynamasana.
varlığınla dinginleşen ruhum, yokluğunda köpürdü. yoktu kimse yangınlarımı söndürecek. ve ateş yaktı kavurdu herkesi... yangın önüne kattığı yığınla insanı; bağırta çağırta yaktı.

oysa ne kadar masumdum önceleri. bende yandım sonra sonra kendi ateşimle. dövüm kendimi yokluğunun bende bıraktığı ağırlığın üzerinde. gözyaşlarımla sertleştirdim kendimi. öyledir ya, örsün üzerinde kızgın metal alaşımını su yedirerek döversin, sonunda çelik olur. tüm masumiyetini kaybeden demir, artık kılıç olmuştur. can almaya yarar... oysa pembe panjurlu bir evin korkulukları da olabilirdi... bende öyleyim. masumiyetimi kaybettim. şimdiyse neye yaradığımı bilmiyorum...

haketmediğin kadar çok hak verdim sana.... bu benim zayıflığım.. hala bile affedebilmeyi çok isterdim seni. ama yaptıklarına bir bakıyorum da....

neden yazıyorum bunları? çünkü kendimi dinlemeye ihtiyacım var. boru değil, bu bloğun adı İÇ HESAPLAŞMA... kendimle hesaplaşıyorum. kendi sesimi duymak, nerelerden geçtiğimi bilmek benim için önemli. hatalarımdan ders almak istiyorum. düşüncelerime sahip çıkmak...
kimin ne hakettiğini ölümsüzleştirmek istiyorum.

yazıyorum, ve yazdıklarımı herkesten daha çok ben okuyorum. çünkü onları okumaya ihtiyacım var. vakit geçsin diye değil. ders almak için...

güldürdüklerin kadar, ağlattıklarını da unutmamak için...

2 Nisan 2011 Cumartesi

ilham penisi ile sihirli kuku

"ben mi ilham oluyorum yazdıklarına?"

hayır sevdiğim kadın. sen yazdıklarıma ilham olmuyorsun. sen yaşadıklarıma ilham oluyorsun ve ben sadece yaşadıklarımı yazıyorum.







buydu beni yazmaya iten. o günden beridir de yazıyorum irili ufaklı. 


bu gün size meleklerimle ve şeytanlarımla yaşadığım şeyi yazacağım.






başlıyorum.


Geçmişimden biri, kendisi eski bir kızarkadaşım olur, beni aradı bu gün. arayanın o olduğunu bilmiyordum. malum biliyorsunuz telefonum bozulunca tüm rehberim gitti. genede numaraya bir göz ucu ile bakmıştım açmadan önce. tanıdık geldi. sanki ailemden birininmişcesine. öyle bir tanıdıklık yani. bende telefonu actım. "alo" dedim tabi. karşıdan gelen "alo" ya "efendim canım" diye cevabı uygun gördüm. "bana neden canım diyorsun" gibisinden bir soru geldi. tam hatırlamıyorum tabi ama sadedi buydu neden "canım" dediğimi merak etmişti karşıdaki kişi. bende ona numarasının bende kayıtlı olmadığını, ayrıca beni tanıyan herkesin böyle konuştuğumu bilebileceğini söyledim. işte tam da orda uyarı çanlarım çalmaya başladı.... "aman tanrım, kim la bu? böyle bi soru sorabiliyor" betim benzim attı, saçlarım beyazladı falan. yok lan yok şaka şaka, olmadı öylebişey. çokta skimdeydi, bana ne. 
sonra dediki "ben XxXxXxXx" aha işte o an attı betim benzim. saçlarım beyazladı.....
yok lan gene şaka :) olmadı öyle bişey. yani söyledi adını da, betim benzim atmadı. hissettiğim şey daha çok bir boşluğa benziyordu. oyun oynuyordum zaten. benim için sıradan bir konuşma olacaktı, telefonu açarken arayan kim olursa olsun öyle olması kaçınılmazdı. nitekim beklentilerim vukuu buldu. daha fazlası değil.
sonracığıma, hal hatır sormaca faslı geçti. klasiktir bilirsiniz işte. çokta matah birşey değil. ha telefonu açan için muhtemelen zor bir eylem olur bu. yani onca vakitten sonra ÇAT diye bir arama değildir bu. "aaa arda diye bi çocuk vardı, dur bi ariym bakalım nasılmış. bil hal hatır sorayım" cık cık cık. o kadar basit olsa keşke, ama insan geçmişte "seninle evleneceğim" dediği adamı öyle çat diye arayamaz. yürek ister bu. ve sadece yürek te yetmez. kendini ikna edecek bir bahanen de olmalıdır. ve onun altında yatan çok daha başka bir sebep. madalyonun bir arka yüzü vardır zaten hep. 
normal koşullar altında (beni tanıyan bilir) bu tarz bir davranışı, davranışın hakettiği şekilde ödüllendiririm. ama bu bahsettiğimiz kız, uzun bir vakit önce, bu hakkını doldurdu. yani normal koşullar altında bu kıza saygım ve sevgim artar. yaptığı bu zor hamleyi onu onure edecek şekilde geri ödemeye çalışırdım. bende benzer bir güzellik yapardım ona. çünkü bu bir güzellik.
onun yaptığı ise güzellik değildi. beni araması kendi bencil çıkarları ile ilişikliydi. ha nerden mi biliyorum? basit. ilişkimiz bittikten sonraki en son konuşmamızda. (ki bittikten sonraki ilk iletişimimiz de o olur) bana hediye ettiği bir takım şeyleri geri istemişti. istemek günah mı? yooo. tabiki isteyebilir. sadece şurda ince bir çizgi var. istemek ne kadar doğalsa, karşı tarafın vermemek istemesi de doğaldır. benden istediği şeyler benim için kıymetliydi. aslında onun içinde bu kadar muhabbetini uzatıp, bana yükleneceği kadar kıymetli olsaydı, onları ayrıldığımızda tıpkı benden istediği, ve kendisine bizzat elimle götürüp verdiğim şeylerin arasında onları da söylerdi. bende çatır çatır getirirdim. ama aradan yıl geçipte, "benim sende iki tane çöpüm kalmış, eğer atmadıysan bana yolla" demek üstünede ben yollamak istemeyince bi sürü afra tafra ile konuyu uzatmak, beni kırmak....
bunlar o kişi ile ilgili bir karar almama sebep oldu. onu bir daha hayatımda istemediğime karar verdim. istediklerini de yolladım tabi. ikimiz arasında derin bir fark vardı. ben maddelere takılacak bir adam değilim. onun benden istediği, aslında o istediklerinin benim için ifade ettikleri. yoksa iki parça çöpün lafını yapacak adammıyım? yo hayır, ben öyle ucuz bir insan değilim. ve böyle ucuz davranışlarda bulunabilen insanları da hayatımda istemiyorum. 
neyseciğime, bende kendisine dedim, hatta gayet şeker ve güzel bir dil ile belirttim hislerimi. "benden uzak, sevidiklerine yakın ol" ki bu lafım gayet içten, ve hafif bir cümle, bahsi mevzu kişi, ayrılık sürecinde bana "dengesiz, deli" gibi şeyler söylemişti.
yazık işte... hayatta hep şununla karşılaşıyorum ve çoğumuz bunu yapıyor. HERKES KARŞISINDAKİNİ KENDİSİ GİBİ GÖRMEYE MEĞİLLİ. farklı görüşlere de açığım tabi, ama benim bakış açıma göre, bana bu lafları söyleyip, üzerine yukarda anlattığım çöp savaşını veren kadın; kendisine AÇIK AÇIK "hayatımdan uzak dur demiş" olmama rağmen tutup beni arıyorsa, kendisinde problem vardır. kendisi dengesizdir.
birde gülüyorum halime. çok komiğime gidiyor neden bilmiyorum ama; tamda ayırlırken yüzüne söylemiştim. "bundan xx süre sonra biriyle çıkacaksın, yy süre sonra aklın başına gelecek. ama aklın başına geldiğinde çok geç olacak. şu andan tam bir saniye sonrası bile çok geç olacak" yok kanka, vallahi billahi götüm kalkıyor. göstere göstere yaşıyorum olayları. cem yılmazın komedi şovlarındaki gibi. adam söylüyor "birazdan gülmekten altınıza sıçacaksınız" diye. göstere göstere de yapıyor :) aferin ona. onunki gibi işte benimki de. söyledim vede aynen söylediğim gibi gelişti olaylar.
işte tam bu noktaya kadar, yani bu güne kadarki olayları bire bir söyledim. ama burdan sonrasını ben de bilmiyorum. dedim ya, meleklerimle şeytanlarımla yüzleştim bu gün diye. hatta yazının başında bunu anlatacağımı söyledim.
şu an arafdayım. tam iki arada bir derede. 
meleklerim diyorki "kalitenden ödün verme arda. geçmişte nasıl davrandıysan gene aynı kibarlıkta ve içtenlikte davran ona karşı. ne de olsa o senin zamanında sevdiğin kadın. kibarca reddet onu ve hayatına devam et."
Ah o şeytanlarım yok mu şeytanlarım. onlar da diyorki "git al onu tekrar. kabul et. sev tekrar, ama herşeyden önemlisi sevdir tekrar kendini. aşık et. kadınım ol de. 3 5 posta sevişin. ondan sonra da at bi kenara devam et hayatına. ondan öyle bir öc al ki, yani o kadar başarılı bir öc olsun ki bu; gözlerinin içine bak, tenine dokun. onun o özlediği aşkı senin gözlerinde görmesine, teninde hissetmesine izin ver. ve sonra bunu onun elinden çek, al ve götür uzaklara" rol yapmam ben. o yüzden öc almaların en güzeli olur bu. hissettiklerimden daha fazlasını sunmayacaktım zaten. ama biraz riskli bir iş bu tabi. çünkü ona karşı hislerim ne denli derin olurlarsa olsun, ona karşı hissettiğim şey aşk değil. ona karşı işte bu kadar derin bir hüzün hissediyorum. böyle bir oyun içimdeki sönmüş olan bu ateşi tekrar yakabilirde... işin şeytan kısmı bu zaten özünde. şeytan, karşılıksız vermez hiç bir şeyi. ruhunu satmaca muhabbeti varya, işte o bu.
neyse. işte böyle yüzleştim şeytanlarımla. kısa bir mesaj yazdım kendisine facebooktan. o kısa mesajı yazmam, saatlerimi aldı. ben böyleyim işte ne yaparsın, birşeyler yarattığım zaman istiyorum ki özene bezene yapılmış olsun. aradan seneler geçse bile genede ifade ettiği şeyler bozulmasın.
bakma bi önceki mesajı da aynı özenle yazmıştım. yazdım da ne oldu? gene aradı. gene söyledim kendisine tabi, benden uzak sevdiklerine yakın ol diye. bunu yazarkende babamın o çok sevdiğim sözü kulaklarımda çınladı durdu "Lafın tekrarı aptaladır" diye.


ey sevdiğim, aşık olduğum (geçmiş zaman kipi bunlar yanlış anlaşılmasın) kadın. sana sesleniyorum su kokulu kadın; seni çok özledim. keşke yanımda olsan. hiç gitmeseydin uzaklara. hep yanımda kalsaydın. bitseydi o tual. ruhun sarıp sarmalasaydı ruhumu gene. dolaşsaydı ellerim gene teninde ve dünyanın en mutlu adamı ben olsaydım...


ey bugün telefonda konuştuğum kadın, ben seni tanımıyorum. aklımda kalan kadın sen değilsin bunu bil. aklımdaki, o aşık olduğum kadını ben bizzat ellerimle toprağa gömdüm. öyle kumlara falan da değil. mezar taşını da elimle oydum. sen hangi hakla, kendinde nasıl bir yüz bularak onun anısına saygısızlık yapıp "ben burdayım, ölmedim hala bak" dercesine beni arama cürretinde bulunursun? ben sevdiğim kadına hiç saygısızlık yapmadım yaptırmadım. sevdiğim hiç bir kadına!!! bir daha elin telefona gider ise, gururun nasıl özür dilettirtmediyse sana, aynı şekilde parmaklarını kırar inşallah da numaramı çeviremezsin.ben sana hiç pislik yapmadım. seninde bana pislik yapmaya hakkın yok. bir oldu birşey demedim. iki oldu sinir katsayımı arttırdın. üç yaparsan unutma, ben allah değilim 3 hak vereyim. hayat müşterek. dişe diş... sevdiğim her kadını koruduğum gibi, su kokulu kadınımı da aynen korurum. ve bu senin canını yakar.

küçük tatlı tost makinesi

kimi kandırıyorum?

aşk dediğin ilk görüşte olur.

kalbim bir daha öyle pır pır atarmı? o 3 özel kadın için attığı gibi.